11 Şubat 2009 Çarşamba

Herkesten kaçırdığım, kendimin bile yüzleşmek istemediği

Bu aralar ruh halim çok değişken. O kadar değişken ki, beş dakika evvel kahve içerken kahkahalarla muhabbet ediyorum birileriyle, ondan bir saat sonra serviste, kulaklıklarımdan müzik dinlerken sessizce ağlıyorum.Herkesten kaçırdığım, kendimin bile yüzleşmek istemediği; mutsuz, gri bir yanım var. Çok acı çeken, mutsuz, elindekilerle mutsuz olan bir yanım var. Bu yanımla, annemi kaybettikten sonra tanıştım. Ölümle ilgili çok yazı yazdım ama daha yazacaklarım öyle çok ki. Hissettiklerim, duygularım bitmiyor ki yazacaklarım bitsin.

Annemi kaybetmek, bana çok ağır geldi ve bu durumu kabullenememeye ısrarla devam ediyorum. Bunun en önemli belirtisi, üzerime düşen tüm diğer evlat görevlerini yapmakla beraber, annemin mezarında, gidip onunla tek kelime edemeden geri dönmemdi.

Açıklayayım. Tanrı diye bir şeyin var olmadığına inananlar var, biliyorum. Ama tanrı, benim için kesinlikle yukarıda bir yerlerde var. Her millette adı başkadır bu tanrının ama, birisi var tepemizde işte.Nereden mi biliyorum? Yaşadıklarımdan. Annemin hastalığının teşhisinin en başında bir güç verdi o tanrı bana. O güçle, hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam edebildim. Aynı annemin istediği gibi. Onun istediği gibi ertelemedim hayatımı, hastalık bizi bozmayacakmışçasına yaşadık.
Derken kötüleşti annem, planlar değişti. "En az iki ay daha yaşatırız", "bu ilaçlar süreci yavaşlatacak", "zaten bu tabloda en az iki yıl yaşanır" gibi lafları duya duya avuttum kendimi. Bile bile. Sonunda anneciğimin, karabaşımın, öleceğini bile bile reddettim gerçeği

Tanrı, yanımda olmaya devam ediyordu. Benden alacağının bedeli için belki. Belki de kendi vicdanı rahat etsin diye. Yine güç verdi bana. Birçok şeyi yapabildim. Normalde hayatta yapamayacağım şeyleri yapabildim.Ufak tefek teklemelerimi saymazsam, ağlamadım bile. Acımın üstünü örttüm. Anneme güldüm, sonra bir hastanenin tuvaletinde, tanımadığım bir kadının kollarına atıp kendimi, ağladım. Kadın sevdi beni, bağrına bastı. "Olur böyle şeyler kızım, yapacak çare yok", dedi. O "kızım" dedi bana, ben ağladım.

Annem artık yitip giden bilinciyle, kanser canavarının pençesindeyken, şaşırmaya başladı hayatı. Neşeli neşeli şarkı söylerken, arada bir "Çok kötü Irazım, çok, insanı beyaz çarşaflara yatırıp bir oraya döndürüyorlar bir buraya, sürekli tartaklıyorlar, nefret ediyorsun artık" derdi. Ben ağlamazdım. Anneme ağlamazdım. Yeterince uzaklaştığımızda, Erhan'ın omuzlarını tırmalayarak sessizce ağlar, kusar, otururdum.Annem öldüğünde de ağlayamadım hiç. Etrafımdakileri sakinleştirmeye uğraştım. Bu habere alışmaya uğraştım. Bu haberi reddetmeye uğraştım. Hastaneye onun için götürdüğümüz kalpli yorganı düşündüm. Geri gelmeyişini düşündüm.Uçağa atıp İstanbul'a onu geri götürdüğümüzde de ağlamadım. Cenazede de ağlamadım. Tek bir göz yaşı bile yoktu. Dimdik durdum annemin başında. Kimsenin bana acımasını, "ah zavallı kız" diye ölü köpek gözleriyle bakmasını istemedim.

Bu yüzden belki de yüzleşemedim annemin gidişiyle.Taa ki bu bayram tatiline kadar. İnsan annesini kaybedince, mezarını bile özlüyor. İşte öyle özleyerek koştum anneme bu bayram.İlk kez konuştum. Onu özlediğimi, onsuz ne hale geldiğimi, başarısızlıklarımı anlattım. Sonra da ağladım. Çok ağladım.Ağır geldi bu yüzleşme. O günden beri, her kendimle baş başa kaldığımda sessizce ağlıyorum, geçmişi düşünerek. Giderek silikleşen anıları düşünerek. Nasıl başa çıkacağımı bilemediğim bu boşluk, bazen yiyip bitiriyor beni. İçten içe kemiriyor, tüm maskelerimin ardında kaskatı duruyor.İnsan annesinin ölümüne nasıl alışır ki!